HIZIR ALEYHİSSELAM
Kur’ân‐ı
Kerim’de bu ilimle ilgili olarak Hz. Musa aleyhisselâm ile Hızır aleyhisselâm
arasında geçen olaylardan anlaşılan şey Hızır aleyhisselâmın sahip olduğu
ilmin, bizim ilmimizden farklı olduğu olgusudur. Öncelikle mahiyet ve kaynağı
bakımından farklı bir ilim olduğu gerçeğidir. Bu bilgi, sebepten sonuca giden
değil, sonuçtan sebebe akan bir bilgidir. Zaten bu ilme sahip olan Hızır
aleyhisselâm, kıssada geçen fiilleri kendi ilmiyle yapmadığını ifade etmiştir.
Zira bu olayla Allah Teâlâ, Hz. Musa aleyhisselâma beşer ilminin ne kadar
yetersiz olduğunu göstermeyi amaçlamıştır. Kıssada geçen Hızır aleyhisselâm,
sadece kendisine verilen rolü yerine getirmek zorunda olan semboldür. Bu kıssa,
gayba ilişkin meselelerin Allah Teâlâ'ya özgü kılma noktasında birleştiğidir.
Kuşkusuz Yüce Allah Teâlâ, olayları sonsuz bilgisi uyarınca bir hikmete göre
planlar. İnsanlar ise bu plânı kavrayamazlar. Burada gaybı bilemeyeceğimizin
teyidi vardır. İnsanlar gayba ait sırları ancak O’nun öğrettiği oranlarda
öğrenebilirler. O halde bu ilim Allah Teâlâ’nın ilmidir.][1]
“Hızır“
hakkında birçok söz söylenmiştir. En meşhuru ab‐ı hayat suyunu içen ve bastığı
yerler yeşeren kişidir. Yine Hızır aleyhisselâm hakkında âb‐ı hayât
sebebiyle diri olduğu bazılarını irşâd için cesediyle zuhur ettiği, misâli
olarak rûhunun cesetlendiği, göründüğü kişinin yükselen sıfatlarıyla kendi
ruhunun şekillendiği ve rûhu’l‐kudüstür de‐ mişler. Sadreddîn
Konevî kaddese’llâhü sırrahu’l‐aziz demiş ki; Hızır, misâl âlemin‐ dedir.
Sûfî ıstılâhâtında Hızır basttan kinayedir ve İlyâs kabzdan kinayedir demişler.
Beyitte anlatılmak istenen; “Hızır”dan murat mürşid‐i kâmildir.
Mürşide yoldaş olmayan ravza‐i hadrâyı bimez ve makâm‐ı ilhama
erişmez. “zulmetteki âb‐ı hayât”dan murat olan ilm‐i ledünnî ne
olduğunu bilme‐ yendir. İlm‐i ledünnîyi görmeyenler âb‐ı hayatı, basit su
sandılar.” âb‐ı hayât”dan murat ilm‐i ledünnî olduğu için Allah
Teâlâ Hızır hakkında “Yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.”[2]
Hz.
Mûsa'ya melek vasıtasıyla gönderilen veya herkese tebliğ etmek üzere
verilen ilmi bilgiler, zâhirî ilim ve şeriat ilmi; Hz. Hızır'a doğrudan ve
özel olarak verilen dini bil‐ giler ise ledunnî ilim, hakikat ilmi veya bâtın
ilmidir. Kıssa Kur'ân-ı Kerîm'de Kehf Sûresinde (18) âyetlerde geçmekte olup,
bu kıssa hakkındaki malumat Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden tüm
ayrıntıları ile birlikte rivayet edilmektedir. [3] Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem bu kıssayı şöyle anlattılar.
“Musa
aleyhisselâm bir vakit Benî İsraîl içinde hutbeye kalkmıştı. Kendisine: “En çok
âlim olan kimdir?” diye soruldu. “En âlim benim.” diye cevap verdi. Bu
husustaki ilmi Allah Teâlâ bilir diyerek Allah Teâlâ´ya havale etmediğinden
dolayı Allah Teâlâ ona ıtab etti. Allah Teâlâ, “İki denizin bitiştiği yerde
kullarımdan biri var. O senden daha âlimdir.” diye ona vahiy etti. “Ya Rabb´i,
ona nasıl yol bulayım?” dedi. Ona giderken “Bir zembil içinde bir balık taşı.
Onu nerede kaybedersen o kulum oradadır.” denildi. Hz. Musa aleyhisselâm gitti.
Arkadaşı Yuşa b. Nun aleyhisselâm´ı *İstanbul´da kabri bulunmaktadır+da
birlikte götürdü. Bir zembil içine de bir balık koyup yüklendiler. İki denizin
bitiştiği yerdeki kayanın yanına varınca başlarını yere koyup uyudular. Derken
tuzlanmış ölü balık zembilden sıyrılıp kurtuldu. Deniz içinde kendine su küngü
gibi bir boşluk bırakarak yol açtı. Deniz içinde böyle bir yolun açılması Hz.
Musa aleyhisselâm ile arkadaşı şaşırtan bir şey olmuştu. Uyandıktan sonra o
gecenin kalanı ile bütün gün gittiler. Sabah olunca Hz. Musa aleyhisselâm
arkadaşına “Kuşluk yemeğimizi ver. Bu seferimizden yorgunluk duymağa başladık.”
dedi. Hâlbuki Hz. Musa aleyhisselâm emr olunduğu o yerin ötesine geç- medikçe
yorgunluk duymamıştı. Arkadaşı, “Bak hele, taşın dibinde barındığımız zaman
balığın gittiğini haber vermeği unutmuşum.” dedi Hz. Musa aleyhisselâm, “Zaten
istediğimiz de bu idi” dedi. Bunun üzerine kendi izlerine baka baka geriye
döndüler. Taşın yanına varınca bir de baktılar ki elbisesine bürünmüş bir zat
duruyor Hz. Musa aleyhisselâm selam verdi. Hızır aleyhisselâm, “Acayip, bu
senin bulunduğun yerde selam ne gezer?” dedi. “Ben Hz. Musa ´yım” dedi. O:
“Benî İsraîl Hz. Musa´sı mı?” diye sordu. “Evet.” dedi. Hz. Musa aleyhisselâm
sonra yine söze başlayıp: “Sana talim olunan rüşt ve hidayetten bana bir şey
talim etmek üzere sana uyayım mı?” dedi. Hızır aleyhisselâm, “Sen, benimle hiç
mi hiç edemezsin ya Hz. Musa aleyhisselâm Bende Allah Teâlâ´nın kendi ilminden
bana verdiği öyle bir ilim vardır ki, sen onu bilemezsin. Sende de Allah
Teâlâ´nın verdiği öyle bir ilim vardır ki onu da ben bilemem.” cevabını verdi.
Hz. Musa aleyhisselâm, “Beni inşallah sabırlı bulursun. Sana hiçbir işinde de
karşı gelmeyeceğim.” dedi. Gemileri olmadığı için deniz kıyısında yürüyerek
gittiler. Bir gemi geçti. Alsınlar diye gemicilerle söyleştiler. Hızır
aleyhisselâm gemiciler tanıdılar. Onları parasız gemiye aldılar. O sırada bir
serçe, geminin kenarı na konup denizden bir iki yudum su aldı. Hızır
aleyhisselâm, “Ya Hz. Musa aleyhisselâm, benim ilmimle senin ilmin, Allah
Teâlâ´nın ilmini bu serçenin denizden aldığı bir yudum kadar bile eksiltmez.”
dedi. Ondan sonra gemi tahtalarından birine el atıp söktü. Hz. Musa
aleyhisselâm, “Adamcağızlar bizi gemilerine parasız almışlarken sen, gemilerine
kastedip içindekileri batırmak için mi deliyorsun.” dedi Hızır aleyhisselâm,
“Sen, benimle hiç sabır edemezsin demedim mi?” dedi. Hz. Musa aleyhisselâm, “Şu
dalgınlığımdan dolayı beni muaheze edip de bana güçlük gösterme” cevabını
verdi. Olayda da Hz. Musa aleyhisselâm bu ilk muhalefeti dalgınlık eseri idi.
Yine gittiler. Bir de baktılar ki bir çocuk diğer çocuklarla oynuyor. Hızır
aleyhisselâm çocuğun başını eliyle kopardı. Hz. Musa aleyhisselâm, “Aman, hiç
bir nefse bedel olmaksızın günahsız pak bir canı telef mi ediyorsun?” dedi.
Hızır aleyhisselâm yine: “Ben, sana benimle sabır edemezsin demedim mi?”
cevabını verdi. Yine gittiler. Nihayet bir köye gelince ahalisinden yemek
istediler. Ahali onları misafir etmekten imtina ettiler. Orada yıkılmağa yüz
tutmuş bir duvar buldular. Hızır aleyhisselâm eliyle işaret ederek doğrulttu.
Hz. Musa aleyhisselâm, “İsteseydin hiç olmazsa bunun için bir ücret
alabilirdin.” deyince Hızır aleyhisselâm, “Bu andan itibaren artık ayrılalım.”
dedi. Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem kıssayı buraya kadar hikâye
buyurduktan sonra: “Allah Teâlâ Hz. Musa aleyhisselâma rahmet etsin. Ne olurdu
sabredeydi de aralarında geçecek maceralar Allah Teâlâ tarafından bize hikâye
olunaydı.” Buyurdu. Kıssanın devamı Kur´an-ı Kerim´de şöyle geçer. “Hızır
aleyhisselâm dedi ki: İşte bu, benim seninle aramızın ayrılışıdır. Üzerine
sabra muktedir olamadığın şeylerin izahını sana haber vereceğim. Şöyle ki: Gemi,
denizde çalışan bir takım zayıflara ait idi. Artık ben onu kusurlu yapmak
istedim ve onların ötesinde bir hükümdâr vardır ki, her sağ- lam gemiyi
zulmederek alıvermektedir. Oğlana gelince onun anası ile babası iki mümin
kimselerdir. Onları bir azgınlığa, bir küfre bürümesinden korktuk. Artık biz
istedik ki, Rabb´leri onlara ondan temizlikçe daha hayırlısını ve merhametçe
daha yakınını bedel olarak versin. Duvara gelince şehirde iki yetim oğlanındı.
Altında ise onlara ait bir hazine var idi. Babaları da iyi bir kimse idi. Rabb
diledi ki, Onlar erginlik çağına ersinler de hazinelerin çıkarıversinler. Bu
Rabb´inden bir rahmet olarak böyle yapılmıştır. Bunları kendi görüşümle yapmış
olmadım. İşte bu, üzerine sabra takat getiremediğin şeyin izahıdır.” (Kehf 78–82)
Muhyiddin Arabî kaddesellâhü sırrahu’l azîz Hızır aleyhisselâm ile görüştüğünde
şöyle demiştir. “Hz. Musa aleyhisselâm doğumundan görüşme zamanına kadar olan
hayatı ile ilgili bin mesele hazırlamıştım. Bunları kendisine soracaktım. Fakat
o bunlardan üç meseleye sabredemedi.” Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
buyurdu ki; “Kardeşim Musa aleyhisselâm sussaydı ve Allah Teâlâ bize onların
kıssalarını hikâye etse idi.” Allah Teâlâ bu kıssada siyasetin ledünnî boyutunu
haber vererek, “Hızır ile Hz. Mûsa aleyhisselâma bu üç olayla âdâb-ı ilâhiyeyi
öğrettiler. Fakat bunu ancak ehil olan anlayabildi. Birinci kıssada, Hızır
İSTEDİM dedi. Geminin delinmesinde bir ayb vardı ve bunu kendine nisbet ederek
istedim dedi. İkinci kıssada oğlanın ana-babası mü’minlerdi. Onların tarafında
hayr, oğlan tuğyan sahibiydi bu sebeple İSTEDİK dedi. Kemâl olan tarafı Hakk’a
eksik olan tarafı kendine nisbet etti. Üçüncü kıssada katıksız hayr vardı bu
sebeple onu Hakk’a nisbet ederek RABBİN İSTEDİ dedi. Bu ilm-i ilâhidir ve bütün
kemâl ehline gerekir. Hızır önce mahzûrâtı gösterip daha sonra olayların
te’vilini haber vermiştir. Bunda amaç, Hz, Mûsa aleyhisselâmın istidadını
denemektir. İşte ilm-i ledün, ilm-i ilâhi, ilm-i vera’, ilmi “Nefsim elinde
bulunan Zat-ı Zülcelâl’a yemin olsun ki, günah işlemediğiniz takdirde ondan
daha büyük olan ucb'e (kendini beğenme günahına) düşeceğinizden korkarım.”[4]
Niyâzî‐i
Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz Risale‐i Hızriyye’sinde Hızır kıssasını
işlemiş ve diğer mutasavvıfların aksine anlaşılması zor remzler
kullanmadan ve ehl‐i sünnet çerçevesinde yorumlayarak tartışmalara ve
eleştirilere sebep olacak fikirler ortaya koymaktan kaçınmıştır. Kıssayı
açıklarken ilk önce ayeti verip daha sonra da yorumlarını sıralamıştır. Zaman
zaman hadisleri de kulla‐ narak konunun önemini anlatmaya çalışmıştır. Risale
daha çok verâ‐takvâ, hubb‐i câh yâni mal‐makam sevgisi, ucb yâni kişinin
kendini beğenmesi konu‐ ları üzerinde yoğunlaşır. Hubb‐i câh ve ucb
sıfatlarının kötülüğünü ve zararları‐ nı uzun uzun anlatır. Niyazi Mısrî,
sefineden muradın Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin şerîati olduğunu
zikreder. Hızır’dan muradın da Mûsa aleyhisselâma mahzûrâtı mubah kılan ilmi
öğretmesidir. Daha sonra ise sefineden murâd; takvadır, zühddür, verâ’dır,
ilimdir, irfandır, onun için. O, sefineyi ilk önce Hz. Muham‐ med sallallâhü
aleyhi ve sellemin şeriatına benzetirken, daha sonra onu tasav‐ vufun
temel prensipleriyle yorumlamıştır. Böylece gemi, insanı nasıl bir yere
ulaştıran vâsıta ise, bu prensipler de insanı manevî kurtuluşa erdiren, ilâhi
aş‐ ka ulaştıran aracılardır, demek istemiştir. Sefineden murâd salahtır, takvadır,
zühddür, ilimdir ve irfandır. Mûsâ ve Hızır aleyhisselâm bütün salah ehline yol
göstermişlerdir. Çünkü salihler riyadan uzak olmalıdır. Salih insanlar
kendisinin ihlâsını gördüklerinde ona gıpta edip kendilerinin de salah ehli
olmak isteyeceklerini düşünebilir. Hâlbuki salah gemisini gasb eden melik
vardır ve salah ehli bundan habersizdir. Bu sebeple salah ehli, kendinde bir
ayıp bulmalıdır ki halk arasında filan kimse çok sâlihtir, denmesin ve gemisi
kurtulsun. Niyazi Mısrî’ye göre oğlandan murâd, hubb‐i câh sıfatıdır. Bu sıfat,
Hz Mûsâ da mahvi olmuştur. Hızır, aslında Mûsa’da bulunan ve çocuk suretine
giren makam mevki sevgisini katletmişdir. Hz. İbrahim de
oğlu İsmail’i Allah Teâlâ’ya kurban etmek istediğinde aslında kendi içinde
mahvi olan hubb‐i câh sıfatını katletmek istemiştir. Hubb‐i câh sıfatını büyük
düşman olarak gören Niyazi Mısrî, onun öldürülmesi gerektiğini
söyler.” Ölmeden önce ölünüz” hadis‐i şe‐ rifinin de hubb‐i
câh’a remz olduğunu bunun da “ölmeden önce halâs olun” anlamına geldiğini
söyler. Niyazi Mısrî’ye göre, oğlan hubb‐i câh’tır. Anası Hz. Mûsa
aleyhisselâmın kuddûsîsidir. Babası ise nefsi mutmainnesidir. Nebiler
suluklarına nefs‐i mutmainneden başlarlar. Hz. Mûsa aleyhisselâmın ruhu, ruhu
kudsi iken nefsi nefsi mutmainne iken bu ruha, bu nefse, bu oğlan, lâyık
değildir. Hubb‐i cah ancak dağlara münâsibtir Allah Teâlâ, Hz. Mûsa
aleyhisselâmın bu sıfatını kendisine oğlan suretinde gösterip onu
katlettirmiştir. Mâ’sum bir çocuğu öl‐ dürmek ne kadar zorsa hubb‐i câh’ı izâle
etmek o kadar zordur. Kemâl ehli, çok çalışarak hubb‐i câh hastalığından
kurtulabilir, eğer kurtulamazsa melik ona gazab ederek onu öldürür. Onu
öldüremeyen yani oğlan sevdasına düşen haramdan sakınmaz; bu da onu helâk eder,
Hubb‐i câh’ı terk etmek Hızır’ın sıfatındandır. Kim Hızır’ın sıfatıyla muttasıf
olursa onun ilmine nâil olur. Niyâzî‐i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîze göre
cidardan (duvar) murâd ucb sıfatıdır. Yâni kendini beğenme sıfatıdır. Bu sıfat,
kemâli ziyâde olan kimseler‐ de olur. Bir insanın kemâli, arttıkça onda bu
sıfat da artar, bu sebepledir ki bu sıfat birçok kemâl ehlini helâk etmiştir.
Kişi daha çok kendi eksikliklerini örtüp kemâline delâlet eden şeyi ortaya
çı‐ karır ve kendini diğer insanlardan üstün göstermeye çalışır. Başka insanların
ayıplarını ortaya çıkarmak ister; hâlbuki insan bir kimsede başkalarına zararı
olmayan bir kusur gördüğünde üzerine duvar örtüp onu
sakınmalıdır. İnsanla‐ ra zarar veren bir ayıp gördüğünde ise duvarı yıkıp
bu ayıbı açıklamalıdır. Hızır, Hz. Mûsa aleyhisselâma bu üç olayla âdâb‐ı
ilâhiyeyi öğretti, fakat bunu ancak ehil olan anlayabildi. Birinci
kıssada, Hızır istedim dedi. Geminin delinmesinde bir ayb vardı ve bunu kendine
nisbet ederek istedim dedi. İkinci kıssada oğlanın ana‐babası mü’minlerdi.
Onların tarafında hayr, oğlan tuğyan sahibiydi bu sebeple istedik dedi. Kemâl
olan tarafı Hakk’a eksik olan tarafı kendine nisbet etti. Üçüncü kıssada
katıksız hayr vardı bu sebeple onu Hakk’a nisbet ederek Rabbin istedi dedi. Bu
ilm‐i ilâhidir ve bütün kemâl ehline gerekir. Hızır önce mahzûrâtı gös‐ terip
daha sonra olayların te’vilini haber vermiştir. Bunda amaç, Hz, Mûsa
aleyhisselâmın istidadını denemektir. İşte ilm‐i ledün, ilm‐i ilâhi, ilm‐i
vera’, ilmi vehbîdir. Maddesi Hızır’ın Hz. Mûsa aleyhisselâma ta’lim ettirdiği
üç şeyden geçmekle olur. Başta riyadan ve nifaktan kaçınıp câhtan ve
ucbdan halâs olan kimse bu ilmi öğrenmeye lâyık olur.[5]
Mevlânâ
gençliğinin başlarında bir gün vaiz esnasında Hızır ve Mûsa aleyhisselâmın
hikâyesini anlatıyordu. İlâhî dost ebrarın kendisiyle övündüğü
Şemseddin‐i Attâr da mescidin bir köşesinde tam huzur içinde oturmuştu. Vaiz
esnasında acayip şekilli bir adamın bir köşede oturduğunu ve her defasında
başını sallayarak: “Doğru söylüyor ve iyi anlatıyorsun, sanki sen
aramızda üçüncü bir şahısmışsın gibi” demekte olduğunu gördü. Bu sözleri
işitince, onun Hızır aleyhisselâm olduğunu anladı. Hemen eteğine
yapışıp ondan yardım dilemek istedi. Hızır aleyhisselâm “Biz hepimiz ondan
yardım diliyoruz. Bütün abdal’ın, evtad’ın ve ileri gelen kutupların sultanı
odur. Sen, onun eteğine yapış, ne istersen ondan iste” dedik‐ ten sonra
birdenbire onun elinden eteğini çekip kayboldu. Şemseddin‐i Attâr: Ben
Mevlânâ’nın elini öpmeğe gittiğim vakit, Mevlânâ: “Hızır nebi ve
diğer bütün azizler âşıklarımızdandır”, buyurdu. Ben bunun üzerine
hemen baş koyup mürit oldum” dedi.[6]
Hz.
Hızır, Mûsa aleyhisselâm ve iki denizin birleştiği yerden haber ver. İnsan
vücudu mecmau’l bahreyndir. Yani bir tarafı vücub denizine ve imkân denizine
nazır olmak yönüyle fena ve bakâyı kapsar. Bir başka
bakış açısıda şudur ki: İnsân‐ı kâmil kendi rütbesinde zahiri
ilim denizi ve batınî ilim denizini kabul edecek vasıftadır. Bu yüksek derece
kâmil insana mahsusdur. Bir başka bakış açısı da: insan
yaratıldığı mayada celâl ve cemâl olmak yönüyle rûhu insanîsi güzel ahlakı
cazip olduğu gibi ve nefsi şehevânî huyları taşımakla mecmau’l‐bahreyn
olmuşdur. Hızır aleyhisselâm enbiyâdandır. Son nebi Sultân‐ı enbiyâ
Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemdir diyerek, onun nübüvvetine
razı olmayan bazı ilmi noksan ilim ehli vardır. Şu anda Hz. Hızır
Aleyhisselâm şeriat‐ı mustafaviyye üzer amel eder. Yeryüzünde darda
kalanlara yardım üzere görevini ifâ etmektedir. Hz. llyâs Aleyhisselâm da
denizde darda kalanlara nezâret ile meşguldür. Hz. Hızır
aleyhisselâm Allah Teâlâ’nın “... ona tarafımızdan bir ilim öğretmiş‐
tik.” maddî ve manevî ilme haiz olmakla mecmai’l‐bahreyn
ol‐muştur. Hz. Hızır aleyhisselâmdan murat irşâd makâmında
olan şeyh ve Hz. Mûsa aleyhisselâmdan murat mürîd olmak durumuda ayrı bir
vecihdir. Hz. Mûsâ aleyhisselâm büyük enbiyadandır. Bir gün “Ben insanların en
bilginiyim)” kelamı sebebiyle Hz. Hızır aleyhisselâma sevk olunup üç mesele ile
imtihan edilerek irşâd müyesser olmuştur. Hz. Mûsa aleyhisselâm Hz. Hızır
aleyhisselâmdan faziletli iken bir alt seviye ile eksikliği giderilmiştir.
[1] BARDAK
Ahmet Kur`an`da İlm‐i Ledünni [Kitap]. ‐ Van: Yüzüncü Yıl
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi 187223 , 2006. s.112‐114
[2] Kehf, 65
[3] Hadis
için bak: Buhârî, İlim (3), 44, Enbiyâ (60) 29, Tefsîr (65), 18, 196-198.
Müslim, Fedâil (43), 46, 170- 184, hd. No: 2380. Tirmizî, Tefsîr (48), 19, hd.
no: 3149. Musned, 5, 116-122. Ayrıca bak: İbn Kesîr, 5, 170-185. Bidâye, 1, 295-299.
Fethu'l-Bârî, I, 176-179, VI, 334- 338, VIII, 329-343.
[4] ÖZLER
Nurten Tasavvufta Hızır Telakkisi ve Niyazîi Mısrî'nin Hızır Risalesi [Kitap].
- İstanbul : Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlâhiyat Anabilim
Dalı Tasavvuf Bilim Dalı, Y.Lisans Tezi-149218, 2004. s.109-111
[5] (MISRÎ);
(ÖZLER, 2004), s.109‐111
[6] 5
(YAZICI, 1995), s. 541‐(256)
Yorumlar
Yorum Gönder