Ana içeriğe atla

HIZIR ALEYHİSSELAM


HIZIR ALEYHİSSELAM
Kur’ân‐ı Kerim’de bu ilimle ilgili olarak Hz. Musa aleyhisselâm ile Hızır aleyhisselâm arasında geçen olaylardan anlaşılan şey Hızır aleyhisselâmın sahip olduğu ilmin, bizim ilmimizden farklı olduğu olgusudur. Öncelikle mahiyet ve kaynağı bakımından farklı bir ilim olduğu gerçeğidir. Bu bilgi, sebepten sonuca giden değil, sonuçtan sebebe akan bir bilgidir. Zaten bu ilme sahip olan Hızır aleyhisselâm, kıssada geçen fiilleri kendi ilmiyle yapmadığını ifade etmiştir. Zira bu olayla Allah Teâlâ, Hz. Musa aleyhisselâma beşer ilminin ne kadar yetersiz olduğunu göstermeyi amaçlamıştır. Kıssada geçen Hızır aleyhisselâm, sadece kendisine verilen rolü yerine getirmek zorunda olan semboldür. Bu kıssa, gayba ilişkin meselelerin Allah Teâlâ'ya özgü kılma noktasında birleştiğidir. Kuşkusuz Yüce Allah Teâlâ, olayları sonsuz bilgisi uyarınca bir hikmete göre planlar.  İnsanlar ise bu plânı kavrayamazlar. Burada gaybı bilemeyeceğimizin teyidi vardır. İnsanlar gayba ait sırları ancak O’nun öğrettiği oranlarda öğrenebilirler. O halde bu ilim Allah Teâlâ’nın ilmidir.][1]

“Hızır“ hakkında birçok söz söylenmiştir. En meşhuru ab‐ı hayat suyunu içen ve bastığı yerler yeşeren kişidir.   Yine Hızır aleyhisselâm hakkında âb‐ı hayât sebebiyle diri olduğu bazılarını irşâd için cesediyle zuhur ettiği, misâli olarak rûhunun cesetlendiği, göründüğü kişinin yükselen sıfatlarıyla kendi ruhunun  şekillendiği ve rûhu’l‐kudüstür de‐ mişler.   Sadreddîn Konevî kaddese’llâhü sırrahu’l‐aziz demiş  ki; Hızır, misâl âlemin‐ dedir. Sûfî ıstılâhâtında Hızır basttan kinayedir ve İlyâs kabzdan kinayedir demişler.   Beyitte anlatılmak istenen;   “Hızır”dan murat mürşid‐i kâmildir. Mürşide yoldaş olmayan ravza‐i hadrâyı bimez ve makâm‐ı ilhama erişmez.   “zulmetteki âb‐ı hayât”dan murat olan ilm‐i ledünnî ne olduğunu bilme‐ yendir.  İlm‐i ledünnîyi görmeyenler âb‐ı hayatı, basit su sandılar.”    âb‐ı hayât”dan murat ilm‐i ledünnî olduğu için Allah Teâlâ Hızır hakkında “Yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.”[2]   

Hz. Mûsa'ya melek vasıtasıyla gönderilen veya herkese tebliğ etmek üzere verilen ilmi bilgiler, zâhirî ilim ve şeriat ilmi; Hz. Hızır'a doğrudan ve özel olarak verilen dini bil‐ giler ise ledunnî ilim, hakikat ilmi veya bâtın ilmidir. Kıssa Kur'ân-ı Kerîm'de Kehf Sûresinde (18) âyetlerde geçmekte olup, bu kıssa hakkındaki malumat Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden tüm ayrıntıları ile birlikte rivayet edilmektedir. [3] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bu kıssayı şöyle anlattılar.

“Musa aleyhisselâm bir vakit Benî İsraîl içinde hutbeye kalkmıştı. Kendisine: “En çok âlim olan kimdir?” diye soruldu. “En âlim benim.” diye cevap verdi. Bu husustaki ilmi Allah Teâlâ bilir diyerek Allah Teâlâ´ya havale etmediğinden dolayı Allah Teâlâ ona ıtab etti. Allah Teâlâ, “İki denizin bitiştiği yerde kullarımdan biri var. O senden daha âlimdir.” diye ona vahiy etti. “Ya Rabb´i, ona nasıl yol bulayım?” dedi. Ona giderken “Bir zembil içinde bir balık taşı. Onu nerede kaybedersen o kulum oradadır.” denildi. Hz. Musa aleyhisselâm gitti. Arkadaşı Yuşa b. Nun aleyhisselâm´ı *İstanbul´da kabri bulunmaktadır+da birlikte götürdü. Bir zembil içine de bir balık koyup yüklendiler. İki denizin bitiştiği yerdeki kayanın yanına varınca başlarını yere koyup uyudular. Derken tuzlanmış ölü balık zembilden sıyrılıp kurtuldu. Deniz içinde kendine su küngü gibi bir boşluk bırakarak yol açtı. Deniz içinde böyle bir yolun açılması Hz. Musa aleyhisselâm ile arkadaşı şaşırtan bir şey olmuştu. Uyandıktan sonra o gecenin kalanı ile bütün gün gittiler. Sabah olunca Hz. Musa aleyhisselâm arkadaşına “Kuşluk yemeğimizi ver. Bu seferimizden yorgunluk duymağa başladık.” dedi. Hâlbuki Hz. Musa aleyhisselâm emr olunduğu o yerin ötesine geç- medikçe yorgunluk duymamıştı. Arkadaşı, “Bak hele, taşın dibinde barındığımız zaman balığın gittiğini haber vermeği unutmuşum.” dedi Hz. Musa aleyhisselâm, “Zaten istediğimiz de bu idi” dedi. Bunun üzerine kendi izlerine baka baka geriye döndüler. Taşın yanına varınca bir de baktılar ki elbisesine bürünmüş bir zat duruyor Hz. Musa aleyhisselâm selam verdi. Hızır aleyhisselâm, “Acayip, bu senin bulunduğun yerde selam ne gezer?” dedi. “Ben Hz. Musa ´yım” dedi. O: “Benî İsraîl Hz. Musa´sı mı?” diye sordu. “Evet.” dedi. Hz. Musa aleyhisselâm sonra yine söze başlayıp: “Sana talim olunan rüşt ve hidayetten bana bir şey talim etmek üzere sana uyayım mı?” dedi. Hızır aleyhisselâm, “Sen, benimle hiç mi hiç edemezsin ya Hz. Musa aleyhisselâm Bende Allah Teâlâ´nın kendi ilminden bana verdiği öyle bir ilim vardır ki, sen onu bilemezsin. Sende de Allah Teâlâ´nın verdiği öyle bir ilim vardır ki onu da ben bilemem.” cevabını verdi. Hz. Musa aleyhisselâm, “Beni inşallah sabırlı bulursun. Sana hiçbir işinde de karşı gelmeyeceğim.” dedi. Gemileri olmadığı için deniz kıyısında yürüyerek gittiler. Bir gemi geçti. Alsınlar diye gemicilerle söyleştiler. Hızır aleyhisselâm gemiciler tanıdılar. Onları parasız gemiye aldılar. O sırada bir serçe, geminin kenarı na konup denizden bir iki yudum su aldı. Hızır aleyhisselâm, “Ya Hz. Musa aleyhisselâm, benim ilmimle senin ilmin, Allah Teâlâ´nın ilmini bu serçenin denizden aldığı bir yudum kadar bile eksiltmez.” dedi. Ondan sonra gemi tahtalarından birine el atıp söktü. Hz. Musa aleyhisselâm, “Adamcağızlar bizi gemilerine parasız almışlarken sen, gemilerine kastedip içindekileri batırmak için mi deliyorsun.” dedi Hızır aleyhisselâm, “Sen, benimle hiç sabır edemezsin demedim mi?” dedi. Hz. Musa aleyhisselâm, “Şu dalgınlığımdan dolayı beni muaheze edip de bana güçlük gösterme” cevabını verdi. Olayda da Hz. Musa aleyhisselâm bu ilk muhalefeti dalgınlık eseri idi. Yine gittiler. Bir de baktılar ki bir çocuk diğer çocuklarla oynuyor. Hızır aleyhisselâm çocuğun başını eliyle kopardı. Hz. Musa aleyhisselâm, “Aman, hiç bir nefse bedel olmaksızın günahsız pak bir canı telef mi ediyorsun?” dedi. Hızır aleyhisselâm yine: “Ben, sana benimle sabır edemezsin demedim mi?” cevabını verdi. Yine gittiler. Nihayet bir köye gelince ahalisinden yemek istediler. Ahali onları misafir etmekten imtina ettiler. Orada yıkılmağa yüz tutmuş bir duvar buldular. Hızır aleyhisselâm eliyle işaret ederek doğrulttu. Hz. Musa aleyhisselâm, “İsteseydin hiç olmazsa bunun için bir ücret alabilirdin.” deyince Hızır aleyhisselâm, “Bu andan itibaren artık ayrılalım.” dedi. Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem kıssayı buraya kadar hikâye buyurduktan sonra: “Allah Teâlâ Hz. Musa aleyhisselâma rahmet etsin. Ne olurdu sabredeydi de aralarında geçecek maceralar Allah Teâlâ tarafından bize hikâye olunaydı.” Buyurdu. Kıssanın devamı Kur´an-ı Kerim´de şöyle geçer. “Hızır aleyhisselâm dedi ki: İşte bu, benim seninle aramızın ayrılışıdır. Üzerine sabra muktedir olamadığın şeylerin izahını sana haber vereceğim. Şöyle ki: Gemi, denizde çalışan bir takım zayıflara ait idi. Artık ben onu kusurlu yapmak istedim ve onların ötesinde bir hükümdâr vardır ki, her sağ- lam gemiyi zulmederek alıvermektedir. Oğlana gelince onun anası ile babası iki mümin kimselerdir. Onları bir azgınlığa, bir küfre bürümesinden korktuk. Artık biz istedik ki, Rabb´leri onlara ondan temizlikçe daha hayırlısını ve merhametçe daha yakınını bedel olarak versin. Duvara gelince şehirde iki yetim oğlanındı. Altında ise onlara ait bir hazine var idi. Babaları da iyi bir kimse idi. Rabb diledi ki, Onlar erginlik çağına ersinler de hazinelerin çıkarıversinler. Bu Rabb´inden bir rahmet olarak böyle yapılmıştır. Bunları kendi görüşümle yapmış olmadım. İşte bu, üzerine sabra takat getiremediğin şeyin izahıdır.” (Kehf 78–82) Muhyiddin Arabî kaddesellâhü sırrahu’l azîz Hızır aleyhisselâm ile görüştüğünde şöyle demiştir. “Hz. Musa aleyhisselâm doğumundan görüşme zamanına kadar olan hayatı ile ilgili bin mesele hazırlamıştım. Bunları kendisine soracaktım. Fakat o bunlardan üç meseleye sabredemedi.” Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Kardeşim Musa aleyhisselâm sussaydı ve Allah Teâlâ bize onların kıssalarını hikâye etse idi.” Allah Teâlâ bu kıssada siyasetin ledünnî boyutunu haber vererek, “Hızır ile Hz. Mûsa aleyhisselâma bu üç olayla âdâb-ı ilâhiyeyi öğrettiler. Fakat bunu ancak ehil olan anlayabildi. Birinci kıssada, Hızır İSTEDİM dedi. Geminin delinmesinde bir ayb vardı ve bunu kendine nisbet ederek istedim dedi. İkinci kıssada oğlanın ana-babası mü’minlerdi. Onların tarafında hayr, oğlan tuğyan sahibiydi bu sebeple İSTEDİK dedi. Kemâl olan tarafı Hakk’a eksik olan tarafı kendine nisbet etti. Üçüncü kıssada katıksız hayr vardı bu sebeple onu Hakk’a nisbet ederek RABBİN İSTEDİ dedi. Bu ilm-i ilâhidir ve bütün kemâl ehline gerekir. Hızır önce mahzûrâtı gösterip daha sonra olayların te’vilini haber vermiştir. Bunda amaç, Hz, Mûsa aleyhisselâmın istidadını denemektir. İşte ilm-i ledün, ilm-i ilâhi, ilm-i vera’, ilmi “Nefsim elinde bulunan Zat-ı Zülcelâl’a yemin olsun ki, günah işlemediğiniz takdirde ondan daha büyük olan ucb'e (kendini beğenme günahına) düşeceğinizden korkarım.”[4]


Niyâzî‐i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz Risale‐i Hızriyye’sinde Hızır kıssasını işlemiş ve diğer mutasavvıfların aksine anlaşılması zor remzler kullanmadan ve ehl‐i sünnet çerçevesinde yorumlayarak tartışmalara ve eleştirilere sebep olacak fikirler ortaya koymaktan kaçınmıştır. Kıssayı açıklarken ilk önce ayeti verip daha sonra da yorumlarını sıralamıştır. Zaman zaman hadisleri de kulla‐ narak konunun önemini anlatmaya çalışmıştır. Risale daha çok verâ‐takvâ, hubb‐i câh yâni mal‐makam sevgisi, ucb yâni kişinin kendini beğenmesi konu‐ ları üzerinde yoğunlaşır. Hubb‐i câh ve ucb sıfatlarının kötülüğünü ve zararları‐ nı uzun uzun anlatır. Niyazi Mısrî, sefineden muradın Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin şerîati olduğunu zikreder. Hızır’dan muradın da Mûsa aleyhisselâma mahzûrâtı mubah kılan ilmi öğretmesidir. Daha sonra ise sefineden murâd; takvadır, zühddür, verâ’dır, ilimdir, irfandır, onun için. O, sefineyi ilk önce Hz. Muham‐ med sallallâhü aleyhi ve sellemin şeriatına benzetirken, daha sonra onu tasav‐ vufun temel prensipleriyle yorumlamıştır. Böylece gemi, insanı nasıl bir yere ulaştıran vâsıta ise, bu prensipler de insanı manevî kurtuluşa erdiren, ilâhi aş‐ ka ulaştıran aracılardır, demek istemiştir. Sefineden murâd salahtır, takvadır, zühddür, ilimdir ve irfandır. Mûsâ ve Hızır aleyhisselâm bütün salah ehline yol göstermişlerdir. Çünkü salihler riyadan uzak olmalıdır. Salih insanlar kendisinin ihlâsını gördüklerinde ona gıpta edip kendilerinin de salah ehli olmak isteyeceklerini düşünebilir. Hâlbuki salah gemisini gasb eden melik vardır ve salah ehli bundan habersizdir. Bu sebeple salah ehli, kendinde bir ayıp bulmalıdır ki halk arasında filan kimse çok sâlihtir, denmesin ve gemisi kurtulsun. Niyazi Mısrî’ye göre oğlandan murâd, hubb‐i câh sıfatıdır. Bu sıfat, Hz Mûsâ da mahvi olmuştur. Hızır, aslında Mûsa’da bulunan ve çocuk suretine giren makam mevki sevgisini katletmişdir. Hz. İbrahim de oğlu İsmail’i Allah Teâlâ’ya kurban etmek istediğinde aslında kendi içinde mahvi olan hubb‐i câh sıfatını katletmek istemiştir. Hubb‐i câh sıfatını büyük düşman olarak gören Niyazi Mısrî, onun öldürülmesi gerektiğini söyler.”  Ölmeden önce ölünüz” hadis‐i şe‐ rifinin de hubb‐i câh’a remz olduğunu bunun da “ölmeden önce halâs olun” anlamına geldiğini söyler. Niyazi Mısrî’ye göre, oğlan hubb‐i câh’tır. Anası Hz. Mûsa aleyhisselâmın kuddûsîsidir. Babası ise nefsi mutmainnesidir. Nebiler suluklarına nefs‐i mutmainneden başlarlar. Hz. Mûsa aleyhisselâmın ruhu, ruhu kudsi iken nefsi nefsi mutmainne iken bu ruha, bu nefse, bu oğlan, lâyık değildir. Hubb‐i cah ancak dağlara münâsibtir Allah Teâlâ, Hz. Mûsa aleyhisselâmın bu sıfatını kendisine oğlan suretinde gösterip onu katlettirmiştir. Mâ’sum bir çocuğu öl‐ dürmek ne kadar zorsa hubb‐i câh’ı izâle etmek o kadar zordur. Kemâl ehli, çok çalışarak hubb‐i câh hastalığından kurtulabilir, eğer kurtulamazsa melik ona gazab ederek onu öldürür. Onu öldüremeyen yani oğlan sevdasına düşen haramdan sakınmaz; bu da onu helâk eder, Hubb‐i câh’ı terk etmek Hızır’ın sıfatındandır. Kim Hızır’ın sıfatıyla muttasıf olursa onun ilmine nâil olur. Niyâzî‐i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîze göre cidardan (duvar) murâd ucb sıfatıdır. Yâni kendini beğenme sıfatıdır. Bu sıfat, kemâli ziyâde olan kimseler‐ de olur. Bir insanın kemâli, arttıkça onda bu sıfat da artar, bu sebepledir ki bu sıfat birçok kemâl ehlini helâk etmiştir. Kişi daha çok kendi eksikliklerini örtüp kemâline delâlet eden şeyi ortaya çı‐ karır ve kendini diğer insanlardan üstün göstermeye çalışır. Başka insanların ayıplarını ortaya çıkarmak ister; hâlbuki insan bir kimsede başkalarına zararı olmayan bir kusur gördüğünde üzerine duvar örtüp onu sakınmalıdır. İnsanla‐ ra zarar veren bir ayıp gördüğünde ise duvarı yıkıp bu ayıbı açıklamalıdır. Hızır, Hz. Mûsa aleyhisselâma bu üç olayla âdâb‐ı ilâhiyeyi öğretti, fakat bunu ancak ehil olan anlayabildi.   Birinci kıssada, Hızır istedim dedi. Geminin delinmesinde bir ayb vardı ve bunu kendine nisbet ederek istedim dedi.  İkinci kıssada oğlanın ana‐babası mü’minlerdi. Onların tarafında hayr, oğlan tuğyan sahibiydi bu sebeple istedik dedi. Kemâl olan tarafı Hakk’a eksik olan tarafı kendine nisbet etti. Üçüncü kıssada katıksız hayr vardı bu sebeple onu Hakk’a nisbet ederek Rabbin istedi dedi. Bu ilm‐i ilâhidir ve bütün kemâl ehline gerekir. Hızır önce mahzûrâtı gös‐ terip daha sonra olayların te’vilini haber vermiştir. Bunda amaç, Hz, Mûsa aleyhisselâmın istidadını denemektir. İşte ilm‐i ledün, ilm‐i ilâhi, ilm‐i vera’, ilmi vehbîdir. Maddesi Hızır’ın Hz. Mûsa aleyhisselâma ta’lim ettirdiği üç şeyden geçmekle olur. Başta riyadan ve nifaktan kaçınıp câhtan ve ucbdan halâs olan kimse bu ilmi öğrenmeye lâyık olur.[5]
Mevlânâ gençliğinin başlarında bir gün vaiz esnasında Hızır ve Mûsa aleyhisselâmın hikâyesini anlatıyordu.  İlâhî dost ebrarın kendisiyle övündüğü Şemseddin‐i Attâr da mescidin bir köşesinde tam huzur içinde oturmuştu. Vaiz esnasında acayip şekilli bir adamın bir köşede oturduğunu ve her defasında başını sallayarak:   “Doğru söylüyor ve iyi anlatıyorsun, sanki sen aramızda üçüncü bir şahısmışsın gibi” demekte olduğunu gördü. Bu sözleri işitince, onun Hızır aleyhisselâm olduğunu anladı.  Hemen eteğine yapışıp ondan yardım dilemek istedi. Hızır aleyhisselâm “Biz hepimiz ondan yardım diliyoruz. Bütün abdal’ın, evtad’ın ve ileri gelen kutupların sultanı odur. Sen, onun eteğine yapış, ne istersen ondan iste” dedik‐ ten sonra birdenbire onun elinden eteğini çekip kayboldu. Şemseddin‐i Attâr: Ben Mevlânâ’nın elini öpmeğe gittiğim vakit, Mevlânâ:   “Hızır nebi ve diğer bütün azizler âşıklarımızdandır”,  buyurdu. Ben bunun üzerine hemen baş koyup mürit oldum” dedi.[6]

Hz. Hızır, Mûsa aleyhisselâm ve iki denizin birleştiği yerden haber ver. İnsan vücudu mecmau’l bahreyndir. Yani bir tarafı vücub denizine ve imkân denizine nazır olmak yönüyle fena ve bakâyı kapsar.   Bir başka bakış açısıda şudur ki: İnsân‐ı kâmil kendi rütbesinde zahiri ilim denizi ve batınî ilim denizini kabul edecek vasıftadır. Bu yüksek derece kâmil insana mahsusdur.   Bir başka bakış açısı da: insan yaratıldığı mayada celâl ve cemâl olmak yönüyle rûhu insanîsi güzel ahlakı cazip olduğu gibi ve nefsi  şehevânî huyları taşımakla mecmau’l‐bahreyn olmuşdur.   Hızır aleyhisselâm enbiyâdandır. Son nebi Sultân‐ı enbiyâ Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemdir diyerek,    onun nübüvvetine razı olmayan bazı ilmi noksan ilim ehli vardır. Şu anda Hz. Hızır Aleyhisselâm  şeriat‐ı mustafaviyye üzer amel eder. Yeryüzünde darda kalanlara yardım üzere görevini ifâ etmektedir. Hz. llyâs Aleyhisselâm da denizde darda kalanlara nezâret ile meşguldür.   Hz. Hızır aleyhisselâm Allah Teâlâ’nın “... ona tarafımızdan bir ilim öğretmiş‐ tik.”  maddî ve manevî ilme haiz olmakla mecmai’l‐bahreyn ol‐muştur.   Hz. Hızır aleyhisselâmdan murat irşâd makâmında olan  şeyh ve Hz. Mûsa aleyhisselâmdan murat mürîd olmak durumuda ayrı bir vecihdir. Hz. Mûsâ aleyhisselâm büyük enbiyadandır. Bir gün “Ben insanların en bilginiyim)” kelamı sebebiyle Hz. Hızır aleyhisselâma sevk olunup üç mesele ile imtihan edilerek irşâd müyesser olmuştur. Hz. Mûsa aleyhisselâm Hz. Hızır aleyhisselâmdan faziletli iken bir alt seviye ile eksikliği giderilmiştir.


[1] BARDAK Ahmet Kur`an`da İlm‐i Ledünni [Kitap]. ‐ Van: Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi 187223 , 2006. s.112‐114
[2] Kehf, 65
[3] Hadis için bak: Buhârî, İlim (3), 44, Enbiyâ (60) 29, Tefsîr (65), 18, 196-198. Müslim, Fedâil (43), 46, 170- 184, hd. No: 2380. Tirmizî, Tefsîr (48), 19, hd. no: 3149. Musned, 5, 116-122. Ayrıca bak: İbn Kesîr, 5, 170-185. Bidâye, 1, 295-299. Fethu'l-Bârî, I, 176-179, VI, 334- 338, VIII, 329-343.
[4] ÖZLER Nurten Tasavvufta Hızır Telakkisi ve Niyazîi Mısrî'nin Hızır Risalesi [Kitap]. - İstanbul : Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlâhiyat Anabilim Dalı Tasavvuf Bilim Dalı, Y.Lisans Tezi-149218, 2004. s.109-111
[5] (MISRÎ); (ÖZLER, 2004), s.109‐111
[6] 5 (YAZICI, 1995), s. 541‐(256)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SIRLI DUALAR (KOZMİK ŞİFRE VE KADER PROGRAMI) NİYET, DİLEK, KISMET, SAĞLIK, VARLIK HER TÜRLÜ DERDE DEVA DUALAR

SIRLI DUALAR (KOZMİK ŞİFRE VE KADER PROGRAMI) NİYET, DİLEK, KISMET, SAĞLIK, VARLIK HER TÜRLÜ DERDE DEVA DUALAR UYGULAMA Günlerin karşılığına gelen dualar yapılacaktır. İsteyen birden başlayıp sonuna kadar olan işlemleri günlük uygulaya bilir.. Bu sırlı duaları hiç olmazsa yılda bir kez uygulamanızı öneriyorum.. KOZMİK ŞİFRE VE KADER PROGRAMI 1- KOZMİK ŞİFRE 1 *Ya Gani ,Ya Mugni.Ve terzuku men teşau bi gayri hisab.* Ali İmran suresi 27. ayeti  Ey zengin kılan Rabbim. O hesapsız,sınırsız rızık vericidir.  -Günde en az 100 kere okunur. Ömrü uzatır. Dünya, ahiret, zaman, beyin ve kalp zenginliği artırır. Madde ve manaya, muazzam bir çekim alanı oluşturur.  2- KOZMİK ŞİFRE 2 *Rabbişrahli sadri ve yessirli emri vahlül ukdeten min lisani yefkahu kavli.* Taha suresi 25-28. ayetleri  Rabbim göğsümü genişlet,işlerimi kolaylaştır,dilimdeki düğümü çöz.  -Hz. Musa’nın duasıdır. İnsanı rahatlatır, ferahlatır, yükünü ağırlıkları kaldırır, işlerini kolaylaştırır, hitabeti geliştirir. Yolunu, kısmetini

Rahman, Vakia ve Hadid Sureleri

Her gün okuyacağınız 3 adet vakıa  1 adet fetih suresi maddi manevi mutluluğunuzun sırrı olacaktır.   Her kim Rahman, Vakia ve Hadid Surelerini alışkanlık haline getirip her zaman okursa, Cennet’in içinde yer alan bir kişi olarak nitelendirilir, 1 ve 6. ayeti kerimeleri üzerinde taşıyın ve düşmana karşı okuyun, Hadid suresini zikreden her kimse, Yaradan’a ve elçisine  ibadet  ve İman etmiş kişilerden yazılır, Psikolojik rahatsızlıklar ve anında gelen bunalım haline karşı sureyi 75 kere zikredin Vesveseye ve zihinde biriken şüphelere karşı surenin 3. ayeti kerimesini bol bol tekrarlayınız, Surenin 3. ayeti kerimesinin fazileti çok büyüktür, 1 okuyan bin ayet okumus sayılır.. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: " Hadid, Vakıa ve Rahman surelerini okumaya devam eden kişi, göklerin ve yerin melekütunda, ‘Firdevs Cennetinin sakini’ diye isimlendirilir." (1) Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: " Hadid Suresini okuyan kişi,

CÜNNETÜL ESMA

'Dua Mü'minin Silahıdır' Esma Kalkanı ( CÜNNETÜL ESMA) ‘’Dua Mü’min’in silahıdır.’’ Hadisi şerif.. Dualarınız olmasaydı ne işe yarardınız.’’ayet meali ‘’Talebena vecedena;’’’’Siz talep edersiniz,biz veririz’’ayet meali. Azizim; Dua;ihtiyaçlarımızı gidermek veya dertlerimizden kurtulmak için yaratandan yardım talep etmektir. İnsan vücudu hem dertlerin hem şifanın kodlarını kendisinde barındırır.Vücudumuz ilahi bir sistemle kendi kendini tedavi edebilen bir yetenekle yaratılmıştır.Normal şartlarda dışarıdan müdahalenin yüzde onu geçmediği bilinen bir gerçektir.Bu yüzde onun da neredeyse yarısını alınan ilaca karşı inanç oluşturmaktadır..Yanlış beslenmeden tutun da işlediğimiz çeşitli hata ve günahlara kadar bir çok nedenle bozulan immün sistemin zayıflaması birçok hastalığı beraberinde getirmektedir. Savunmamızı zayıflatan en büyük neden ise stres ve negatif düşüncelerimizdir.Bu nedenle dua çok önemli bir unsurdur.Hem sağlığımız açısından hem de sağlığımızı doğru